Karınların ekmekle doyurulduğu zamanlarda, ekmeğin yanında ki yiyeceğe denirdi katık.
Az bir yiyecekle, ekmeğin tadı değişir; yeme keyfi ve belki de biraz da besleyiciliği artardı…
Hiç unutmuyorum, üniversite yıllarımızdı. Lokantaya gider, az kuru söyler yanında bir bütün ekmek yerdik.
Lokantacı bizi tanırdı. Bazen yanına bir başta soğan kondururdu. Demeyin keyfimize.
Çok iyi adamlardı… Yaşıyorlarsa Allah selamet versin.
Yok, rahmetli olmuşlarsa, mekânları cennet olsun…
Sene 1983. Yer Niğde, Mevlana Lokantası…
…
Şimdi, çevremdeki birçok genç bilmiyor katığı…
Çok mu zenginleştik?
Dün yokluk vardı ve toplumun büyük çoğunluğuyla yokluğu paylaşırdık.
Yoktu, görmezdik, dertte etmezdik.
Ya şimdi.
…
Katığı çevremizdekiler bilmiyor.
Topyekûn zenginleştik mi(?), yoksa sosyal çevremiz mi değişti?
…
Fırınlardaki askıda ekmek, birilerinin hala ekmeğe ulaşamadığını, sıranın katığa gelmediğini göstermiyor mu?
Hala birileri aç.
Marketlerin önünde alıcısını bekleyen ezik ve bir miktar çürük sebze artıklarından beslenenleri yok mu sayalım?
Pazarlarda çöpten rızkını toplayan yok mu bu memlekette?
Dün benzin, margarin, tüp yoktu, alamazdık.
Bugün her şey var yine alamayan var.
Zenginliğin her çeşidini gören çocuğa yokluğu anlatmak zor…İzahı yok…
…
Müminlerin emiri, Hz. Ebubekir, Osman, Ömer ve Ali… Onlar toplumun en fakirleriydi.
Aç yatarlardı…
Komşusu açken tok yatmazlardı…
Aç komşunun Müslüman olmasına gerek bile yoktu.
Onalar insanlık açken uykusuzdu…
Çıtayı çok yükseğe koydular.
Kendileri için fakirliği, halkları için refahı ve imanı seçtiler.
Ejder meyvesini hayal bile etmediler…