TAMER KÜÇÜK


ÖĞRENDİM Kİ…

ÖĞRENDİM Kİ…


‘Ya rabbi, şeytanın ve şeytanlaşmış ruhların şerrinden, zalimin zulmünden sana sığınırım’ diye dua eden kul; ‘Allah’ım nefsimi de başkaları için şeytan ve zalim etme’ diye devam etmiyorsa eksik kalıyor.

Bırakın önce Müslüman kardeşi için istemeyi, kendimiz için istediğimizi din kardeşimize layık görmekte bile zorlanıyoruz.

Sanki, ‘hep bende olmalı, önce ben yapmalıyım’ mecburiyetimiz var gibi… Bilerek veya bilmeyerek sırtımıza yüklüyoruz dünyayı…

Öğrendim ki;

‘Benim canım cennete layık, başkaları cehenneme’ alt düşünce sistematiği içinde yaşayan ne kadar az biliyor… Ve ne kadar çok cehenneme yaklaşıyor.

“Allah’ın, birini senin vasıtanla hidayete erdirmesi, senin için Güneş'in üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır” diyen peygamber efendimizi hiç mi anlayamadık?

Kur’anı Kerim’in eşsiz öğreticisi açık açık diyor ki, senin kurtuluşun kardeşinin kurtuluşuyla mümkün.

Görevin başkalarını cehenneme yuvarlak değil. Veya başka bir bakış açısıyla, kulun cehenneme yuvarlanmasına sevinme…

Kul hata yapar? Umulur ki Allah affeder.

Tirmizi’den rivayet edilen şu hadis ne kadar iç rahatlatıcı.

‘Hak Teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim’.

Allah’ın affediciliği sınırsızdır. İnsanoğluna benzemez.

‘Hak Teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu, dua edip benden af dilersen, günahların ne kadar çok ne kadar büyük olursa olsun, hiçbirine bakmadan seni affederim. Göklere ulaşacak kadar günah işlesen; ama rahmetimden ümidini kesmeyip, benden mağfiret dilersen, seni affederim’.

Hadisini nakleden Tirmizi, günümüz cehennem satıcılarının tezgahındaki ‘affedilmeyecek günahlar’ sermayesini peygamber efendimizin müjdesiyle eritip bitirmiyor mu?

Öğrendim ki;

Zaman keskin uçları törpülüyor.

Başkasının kaybedişi kimse için kazanç olmuyor.

Yuvarlananı, seyreden için risk taşır. Eli uzanır senide çeker.

Mesafeler aldatmasın…