Gündemi yoğun olarak meşgul eden popüler tartışma
konularından bir tanesi de Türk Medeni Kanunu hükümlerince süre sınırı
olmaksızın, yükümlülüğü bulunan eski eşin diğerine ödediği ‘’ Yoksulluk
Nafakasına’’ ilişkindir.
Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet
Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttüğü yeni nafaka geçiş sisteminin toplumda doğru
anlaşılmadığı, yanlış yönlendirmelere sürüklendiği kanaatindeyim. Öncelikle,
uygulama neydi ne oldu, bunun açıklığa kavuşturulmasında fayda görüyorum.
Mevcut Düzenlemede, nafaka şartlarını düzenleyen Türk
Medeni Kanunu’nun 175. Maddesine göre, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek
taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü
oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru
aranmaz.”ifadesi yer almaktadır.
Görüldüğü üzere Kanunda kadın veya erkek ayırımı
yapılmaksızın, ‘’yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru daha ağır olmamak
kaydıyla’’ifadesi yer almaktadır. Anayasa’nın 41. maddesinde 2001 yılında
yapılan değişiklikle getirilen ‘’Eşler Arası Eşitlik’’ ilkesi gereğince
Türk Medeni Kanunu’nda bulunan kadın-erkek ayrımı kaldırılmıştır. Yani, nafaka
ödemek yalnızca eski erkek eşlere hasredilmiş yükümlülük, nafaka hakkı da yalnızca
kadın eşe özgülenen bir hak değildir. Şartları bulunduğu takdirde, kadın eski
eş de eski eşine nafaka ödemekle yükümlü tutulabilir.
Değişiklik tasarısı ise: ‘’ Kısa süreli evliliklerde
en az 2 yıl, uzun süreli evliliklerde ise evliliğin süresine göre, kusur oranı,
müşterek çocuk durumu, yaş gibi kriterlere göre değerlendirilmek üzere süre
sınırıyla ödenecek nafaka bağlanmasını’’ öngörüyor.
Yeni Tasarı, bir nebze süre sınırı çizmiş olsa da
kanaatim bu düzenlemenin de yetersiz kaldığı yönündedir, çizilen yeni sınırlar
dahi suiistimale açık, geniş çerçeveleme yapmaktadır.
Bakın kanun maddesinde ne söylüyor: ‘’… kusuru daha ağır
olmamak kaydıyla…’’ yani eşler aynı oranda kusurlu dahi olsalar, ömür boyu
sürecek bir borcun altına sürüklenebiliyorlar. Boşanma gerekçelerinden Şiddetli
Geçimsizlik halini ele alalım mesela; iki tarafın da kusuru eşit olsa dahi, bir
taraf diğerine ömür boyu sürecek bir nafaka ödemekle yükümlü tutulabiliyor.
Çok kısa süreli evliliklerde bu durum çok daha büyük
sorunlara yol açıyor. Birkaç ay süren ve çocukları dahi olmayan eşlerin
boşanması halinde eski erke eş, sırf kadın çalışmıyor diye süresiz nafaka
ödemekle yükümlü tutulabiliyor. Bununla birlikte, kadının evlilik birliği
öncesinde çalışıp çalışmadığı, erkeğin, kadının çalışmasını engelleyip
engellemediği gibi hususlar dahi sorgulanmıyor ve bu konuda kadının beyanı
yeterli oluyor.
Nafakanın ödenmemesi/ödenememesi halinde ise nafaka
yükümlüsü eş üç ay tazyik hapsine maruz kalabilmektedir. Sosyal Devlet ilkesi
ve Eşitlik anlayışına tamamen aykırı bu durum işi iyice çıkmaza sürüklüyor. Kişinin
ekonomik durumuna bakılmaksızın bir nafaka bağlanıyor. (Bu nafakanın her yıl
artırılma hakkı da mevcut.) Kişi bunu ödeyemezse Tazyik Hapsi ile
cezalandırılıyor. ‘’ YA ÖDE YA YAT.’’ Bu kesinlikle adalet anlayışına uyum sağlamayan
bir durumdur.
Kişilerin evlilik süresi bazen çok kısa olabiliyor. 3 ay,
5 ay, 6 ay…. Eski eşinin yüzünü, sesini bile unutan kişi ona ödeme yapmaya
devam etmek zorunda kalmaktadır, yani eski evliliğinin yükünü taşımaktadır.
Düşünsenize, ilk evliliğinizden çocuğunuz da yok. Tekrar evleneceksiniz ve bu
sefer müşterek bir çocuğunuz da olacak ama siz eski eşinizin bakımına devam
ediyorsunuz. Peki, yeni eşinizin veya çocuğunuzun burada suçu ne? Onlar mağdur
sayılmıyorlar mı? Aile olma, aile kurma hevesinizi tamamen tüketen ve sizi bir
çukura doğru itekleyecek derece de ağır bir bedel oluyor bu.
Şahsen, eski eş cinayetlerinin ve şiddetin oluşmasında
bunun da etkisi olduğu kanaatindeyim. Çünkü nafaka alacaklısının her sene
nafaka artırım talebinde bulunma hakkı var. Ömür boyu süren nafaka, eski eşin yeni
bir hayat kurmasına müsaade etmiyor. Bu durumun karşı tarafa yansıması ise,
şiddet olarak ortaya çıkmaktadır. Elbette ki şiddet hiçbir şekilde haklı
görülemez, ancak ortaya çıkan bu şiddetin kaynağının da doğru belirlenmesi
gereklidir.
Kaldı ki, boşanmalarda müşterek çocuğun bulunması halinde
çocuğun yüksek yararı birincil önem taşıdığı halde ona bağlanan iştirak
nafakası bile süreli iken, eski eşe bağlanan yoksulluk nafakasının süresi olmamasının
demokratik toplum anlayışına ters düştüğünde hiç şüphe yoktur.
Olması gereken ise ; ‘’ Evlilik süreleri, müşterek
çocuğun varlığı var ise yaşı ve ihtiyaçları, tarafların sosyo-ekonomik
durumları, evlilik birliğinin varlığının tarafların sosyo-ekonomik durumlarına
etkisi, kusur, tarafların yaşları gibi birçok kriterin her somut olaya göre
değerlendirilerek, hakimlere bu hususta geniş bir takdir yetkisi tanımak
olmalıdır, çünkü somut olayı her açıdan gören dinleyen, en hakkaniyetli sonuca
ulaşacak onlardır.’’
Nasıl Ceza Hukuku bağlamında bir suçun failinin cinsi
önem taşımıyor ise burada da konu bu şekilde ele alınmalı, kadın veya erkek
ortaya mağdur olarak çıkmamalıdır. Evlilik Birliği, zenginleşme aracı olmadığı
gibi kimse kimsenin hayat garantisi de değildir.
Devlet, kadın, ekonomik bağımsızlığını kazanana kadar desteklemeli,
istihdamı artırmalıdır. Anayasa md. 49, çalışma hakkını yalnızca erkeğe değil herkese
hak ve ödev olarak hasretmiştir. Kadının toplum hayatındaki yeri
sağlamlaştırılmak isteniyorsa konu nafaka değil, istihdam olmalıdır. Aksi
durum, kadını yücelten değil düşüren bir tavır olmanın ötesine geçemeyecektir.
Süresiz Nafaka kadını güçlendiren değil zayıflatan, onu
üretmeye değil tüketmeye alıştıran, özgür değil bağımlı kılan bir uygulamadır.
Güçlü kadın ise kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış,
yürümek için bir erkeğin elini tutmaya ihtiyaç duymayan kadındır. Kadınlar,
sosyal hayatta daha etkin hale getirilmek isteniyorsa bunun çözümü Nafaka
uygulamalarında değil, Çalışmahakkına ilişkin uygulamalarda aranmalıdır.